Tarama Sonuç Kümeleri
Kümeler aramadaki ilk 100 sonuca göre oluşturulmuştur.

Tümünü Listeye Ekle
Yaşadığı dönemde hürriyet, hukuk, demokrasi ve lâiklik gibi konular etrafında serdettiği fikirler ve gerçekleştirdiği fiiller itibariyle bir çekim alanı oluşturan Ali Fuad Başgil, günümüz siyasi ve sosyal tartışmalarında hâlen geçerliliğini muhafaza eden eserleriyle akademik çalışmalara konu olmaktadır. Bu çalışma, Başgil’i Türkiye’de demokrasi fikrinin kavramsallaştırılmasındaki rolü bağlamında ele almaktadır. Kendi döneminde, hususiyetle milliyetçi-muhafazakâr çevrelerce Batı’dan ithal bir kavram addedilerek mesafeli yaklaşılan demokrasi kavramını Başgil başta hürriyet, eşitlik ve adalet olmak üzere farklı kavramları birbiriyle adeta örerek somutlaştırmıştır. Şüphesiz bu durum etkilediği kesimler düşünüldüğünde Türkiye’de demokrasi bilincinin oluşması yolunda Başgil’i etkili bir isim hâline getirmiştir. Çalışmanın amacı, Başgil’in Batı’ya bakışıyla demokrasi kavramının içini dolduruşu arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Başgil özellikle Avrupa’da yaşadığı dönemde şahit olduğu demokrasi kültürü ve muhitine atıfta bulunmakta ve “ince medeniyet” olarak nitelediği Batı medeniyetinin manevi temelleri üzerinde bizi düşünmeye davet etmektedir. Başgil’in gözden kaçırılan ama demokrasi tartışmalarına getirdiği en önemli boyut kanaatimizce budur. Başgil’in demokrasi anlayışının bütünlüklü bir şekilde anlaşılabilmesi demokrasinin hem maddi hem de mânevi ya da kendi ifadesiyle ahlâkî boyutlarını ortaya koymakla mümkündür. Demokrasi tanımındaki çok katmanlılık zamanının çok ilerisinde bir kavrayış içinde olduğunu göstermektedir.
Sigortalı kişileri ve toplumun tamamını sosyal riskler karşısında korumakla sorumlu olan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından SARS CoV2 virüsü sebebiyle Covid-19 hastalığına yakalanan sağlık profesyonellerine 5510 sayılı Kanun kapsamında hastalık sigortası edimleri sağlanırken, bu hastalıktan dolayı hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının hak sahibi (eş-çocuk-anne-baba) yakınlarına ölüm sigortası edimleri sunulmaktadır. SGK tarafından sunulan edimler sivil toplum örgütleri, siyaset kurumu ve akademik çalışmalarda tartışılmaktadır. Mevcut tartışmalar genel olarak Covid-19 hastalığının meslek hastalığı olarak kabul edilerek sağlanacak hakların İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası kapsamında değerlendirilmesinin önemi ve gerekliliği ekseninde yürütülmektedir. Çalışmanın amacı, mevcut tartışmaların dışına çıkarak sadece Covid-19 değil gelecekte de yaşanması muhtemel tüm salgınlarla mücadele dönemlerinde hastalığın tespit edilmesi, bulaşının önlenmesi ve tedavisi sürecinde görev alan sağlık çalışanlarının virüs sebebiyle hastalanmaları ve hayatlarını kaybetmeleri durumunda kendileri ve hak sahibi yakınlarının sosyal güvenlik haklarını düzenleyecek etkili ve kalıcı bir politika geliştirmektir.
Purpose: To describe the birth of radiology and, its development in the late Ottoman period and during the Republic's early years in Turkiye, and to share information obtained by examining official archive documents. Method: The study was designed as a document analysis in qualitative research. Publications about the subject were examined, Turkish State Archives were scanned, and documents were analyzed. Results: Turkiye has introduced X-rays in 1896, thanks to Esad Feyzi. In the 1897 Ottoman-Greek War, X-Rays were used to aid surgery. The first experiment with X-Ray treatment in Turkiye was made in 1899 by Cemil Pasha. In 1902, a radiotherapy unit was established in Istanbul. After the Republic X-Ray machines were purchased for newly established hospitals, and radiology laboratories were established in the country. Developments in the Ottoman period continued. Conclusion: It is noteworthy that radiology laboratories were established especially in military hospitals during the Ottoman period. The establishment of the Turkish Radiology Association in the early years of the Republic, the procurement of devices from abroad for both existing hospitals and newly established hospitals, and the employment of specialists in hospitals show us that the importance of radiology was understood. To be able to continue successfully Turkiye's radiology adventure beginning in 1896, it is very important to emphasize education as it is before and maybe more, to train qualified manpower, to employ them in the right places, to follow the developments in the world, and to have centers with modern equipment.
Amaç: Spor hekimliğine dair arşiv belgelerini inceleyerek elde edilen bilgileri paylaşmak ve Türk spor hekimliği tarihine ışık tutmaktır. Yöntem: Nitel araştırma olarak tasarlanan çalışmada doküman analizi yöntemi kullanıldı. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivi katalogları ile Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi Kataloğu “spor hekimliği”, “spor doktorluğu”, “spor tarihi”, “spor ve yaralanma” ve “spor tıp tarihi” anahtar kelimeleri kullanılarak tarandı.Belirlenen kriterlere uygun dokümanlar sadece Cumhuriyet Arşivi Kataloğunda bulunarak çalışmaya dâhil edildi. Tamamı tarih metodolojisi bakımından incelendi. Ağustos-Kasım 2021 tarihleri arasında yürütülen çalışma kapsamı bakımından etik kurul izni gerektirmemektedir. Bulgular: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Cumhuriyet Arşivi Kataloğunda yapılan tarama sonucunda 6 adet belgeye ulaşıldı. Bu belgeler 1943 ve 1981 yılları arasındaki döneme aittir. Çalışma alanıyla ilgili çok değerli görülen ve nadir bulunan bu dokümanlardan ilki, 1943 yılında düzenlenen Milli Türk Tıp Kongresi’nde Dr. Niyazi Erzin tarafından hazırlanıp sunulan rapordur. İkinci (1966) ve üçüncü (1969) belge, Cevdet Sunay’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde yayımlanan Kararnamelerdir. Bu Kararnameler ile ‘Türkiye Spor Hekimleri Derneği’nin kurulmasına, ‘Türkiye Milli Spor Hekimliği Federasyonu’nun Milletlerarası Spor Hekimliği Federasyonu ile iş birliği yapabilmesine ve unvanındaki ‘milli’ kelimesinin kullanmasına izin verilmiştir. 1978, 1979 ve 1980 yıllarında Millî Eğitim Bakanlığınca yayınlanan belgelerde Prof. Dr. Necati Akgün’ün ve Prof. Dr. Fikret Durusoy’un tayini ile ilgili kararlar yer almıştır. Sonuç: İncelenen belgelere göre; spor hekimliğinin özellikli bir disiplin olduğu, Türk sporunun gelişimi ve toplum sağlığının korunması için kritik görevlerinin bulunduğu cumhuriyetimizin ilk dönemlerinden itibaren anlaşılmıştır. Spor hekimliği uzmanlığının ülkemizde de yaygınlaşması ve nitelikli hekim yetiştirilmesi için yoğun çaba gösterilmiştir. Bu alanın Türkiye’deki öncüleri Dr. Necati Akgün ve Dr. Fikret Durusoy’dur. Alanda benzer çalışmaların yapılmasına öncülük etmek ve bu konuda bir yöntem oluşturmak çalışmanın diğer bir amacı olarak değerlendirilebilir.
Kaddafi yönetiminin devrilmesinin ardından Libya topraklarına BM ve NATO müdahalesi söz konusu olmuş ve ardından siyasi çok başlı bir yapı ortaya çıkmıştır. Kaddafi yönetiminin devrilmesinden kısa süre önce ise Doğu Akdeniz’de işlenebilirliği keşfedilen enerji rezervleri bu ortaya çıkan siyasi karışıklığın ve devletlerarası güç mücadelesinin Libya üzerinden yürütülmeye çalışılmasının önemli bir etkeni olmuştur. Yunanistan, Libya’da oluşturulmaya çalışılan siyasi otoritede etkili olmaya çalışmakta, Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’de pasivize etmeye çalışmaktadır. Bu güç mücadelesinde Türkiye; hem Yunanistan’ın işgal ettiği Ege kara ve deniz alanlarının savunulmasına yönelik karşılık verebilmek için, hem Doğu Akdeniz’deki yetki alan hakkını korumak için, hem de KKTC’ye ait olan yetki alanlarının korunması için Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanı ve askeri işbirliği anlaşmaları imzalamıştır. Bu anlaşmalar bölgede diğer güç mücadelesinde olan devletleri rahatsız etmiştir. Bu yüzden AB, BM tarafından Libya’ya uygulanması öngörülen silah ambargosunun denetlenmesi için kendini yetkili ilan etmiş ve IRINI operasyonunu başlatmıştır. Ancak IRINI operasyonu Akdeniz bölgesinde Türkiye’yi sıkıştırma hamleleri olarak görülmektedir. Bu bilgiler ve araştırmalar ışığında, bu çalışma Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya yaklaşımını Yunanistan meselesi ve IRINI operasyonu üzerinden ele almış bir nitel araştırmadır.
Amaç Çalışmanın amacı 1937-1938 Milli Küme Futbol sezonunda oynanan futbol müsabakalarında gerçekleşen futbol yaralanmalarını, dönemin gazete kupürlerinden faydalanarak tespit edip güncel spor hekimliği yaklaşımıyla içerik analizine tabi tutmaktır. Gereç ve Yöntem Çalışmada 1937-1938 futbol sezonundaki spor yaralanmalarını incelemek üzere dönemin gazetelerinden içerik analizinde kullanılacaklar belirlendi. Bu gazeteler www.gastearsivi.com web adresindeki dijital arşivden incelendi. Kapsamı bakımından etik kurul onayı gerektirmeyen çalışmada, gazete kupürlerinde konu edilen futbol yaralanmaları, futbolda yaralanma sınıflamasına göre kategorize edildi. Bulgular Sezon boyunca oynanan 48 maçta toplam 37 adet spor yaralanması tespit edilmiştir. Bu 37 yaralanma içinde, yaralanma tipine göre %38 (n=14) kontüzyon, %24 (n=9) strain veya sprain, %13 (n=5) konküzyon, %11 (n=4) laserasyon, %8 (n=3) yorgunluk, %3 (n=1) künt batın travması ve %3 (n=1) hastalık hadisesi; yaralanma bölgesine göre incelediğimizde ise %59 (n=22) alt ekstremite, %24 (n=9) kafa, %11 (n=4) tüm vücut, %3 (n=1) üst ekstremite ve %3 (n=1) karın bölgesinde yaralanma olduğu gözlemlenmiştir. Bu yaralanmaların %64’ü kontakt (n=24), %36’sı (n=13) nonkontakt yaralanma mekanizmasıyla gerçekleşmiştir. Sonuç 1937-38 Milli Küme sezonunda futbol yaralanmalarına sıkça rastlanmıştır. Dönemin tıbbi ve sportif şartlarından dolayı tanı ve/veya tedavi yaklaşımları günümüzden farklı olsa da gazete kupürlerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda döneme ait yorum yapılabilmesi değerlidir. Çalışmamızın bu sonuca uygun olarak gelecekte yapılacak benzer çalışmalara metodolojik olarak ışık tutacağına inanmaktayız.
Kırım Savaşı’nda hastane gemileriyle aktif rol oynayan İngiliz yönetimi, savaş sırasında Ruslara karşı Osmanlı Devleti’ni desteklemek için İstanbul, İzmir ve Çanakkale şehirlerinde askerî hastaneler açmıştır. Savaşın kazanılmasında etkin rolü olan İngilizler önemli sağlık hizmetlerinin yanında ülkedeki hastanelerde değişim ve dönüşüm gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda 1854-1855 yıllarında İngilizler Kırım Savaşı esnasında Osmanlı topraklarında yaptıkları sağlık hizmetlerinin her türlü evrakını kaydetmişlerdir. Bu çerçevede kaydedilen tüm kayıtların transkripti yapılmıştır. Kırım Savaşı esnasında Sağlık sistemini yenileyen İngilizler; yönetimleri altındaki hastanelerde öncelikle düzen sağlamış, hijyen getirmiş, salgın ve ölümlü asker sayılarını düşük rakamlara çekmiş, 40 kişilik hemşire ekibi getirterek hizmetlerin hızını ve kalitesini artırmıştır. Yine İngilizler hastanelerin kapasitelerini artırmış ve hastane olarak inşa edilmeyen binaları sağlık hizmetlerine uygun hâle getirmiştir. Farklı amaçlarla hizmet eden gemileri hastane gemilerine dönüştürmüş ve eksik doktor ihtiyacını gidermiştir. Savaş devam ederken İngiltere’den gelen sağlık heyetleri tarafından yapılan denetimlerle hızlı ve kaliteli sağlık hizmeti sunmuşlardır. Bu çalışmanın amacı Kırım Savaşı’nda İngilizlerin Osmanlı topraklarında sunduğu sağlık hizmetlerini ve hastanelerde yaşanan dönüşümleri ortaya koymaktır. Çalışma kapsamında İngiliz Dışişleri Bakanlığı “English War Department (31 July 1856) [İngiliz Savaş Departmanı]” tarafından tutulan “Offical Reports of the Hospitals at Scutari, Kululeli, Abydos and Smyrna [Üsküdar, Kuleli, Çanakkale ve İzmir Hastanelerinin Resmi Raporları]” adlı orijinal arşiv belgelerinden elde edilen raporlar, telgraflar ve tutanaklardan çıkan bilgiler bütünsel olarak sunulmuştur.
The outbreaks caused by infectious diseases have been one of the biggest issues of humanity throughout the history. The big outbreak diseases have affected people's lives since ancient times. The epimemics and pandemics that caused the death of millions of people in the past have emerged under various names in the modern period. After the Spanish Flu seen at the beginning of the 20th century, this time Covid-19 stood against human beings with the negativities it caused in both health and other areas. We think that the experiences obtained from both past and finished outbreaks and Covid-19 will be guiding for the future.
Dünyada fizyoloji ile ilgili ilk çalışmalar 16. Yüzyılda, Türkiye’de ise 19. yüzyılda Batı’daki gelişmeleri anlamak ve takip etmek için yurt dışına gönderilen akademisyenlerin ülkemize dönmeleriyle başlamıştır. Kemal Cenap Berksoy, tıp eğitimi alırken fizyolojiye ilgi duymaya başlamıştır. Berksoy, fizyoloji alanında Türkiye’de ilk çalışmaları yapan hekimlerden biri olan Mehmed Şakir’in asistanlığını yaptığı dönemde ilk fizyoloji çalışmalarına başlamıştır. Ordinaryüs Profesör Doktor Kemal Cenap Berksoy, fizyoloji biliminin Türkiye’de tanınması ve ilerlemesi için çalışmalar, araştırmalar yapmıştır. Yurt dışında birlikte çalıştığı bilim insanlarından edindiği bilgileri ve orada gerçekleştirdiği çalışmalarda elde ettiği tecrübeleri, hem ülkemizdeki diğer akademisyenlerle hem de kendi öğrencileri ile paylaşmış; yurt dışındaki bazı bilim insanlarının çalışmalarını Türkiye’de tekrar etmiştir. Yurt içi çalışmalarını yaptığı dönemlerde üniversitelerde fizyoloji ile ilgili Türkçe yayınların yetersizliği nedeniyle çalışmalarını kitap haline getirmiş ve akademik dünyanın kullanımına sunmuştur. Akademik yayınlarının yanı sıra görev aldığı kürsüde hekimler yetiştirmiştir. Kemal Cenap Berksoy, uzun bir dönem boyunca Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülleri’ne aday gösterilen Türkiye’deki tek bilim insanımız olmuştur. Berksoy’un hayatı, eğitimi, akademisyenliği ve milletvekilliği dönemlerinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir. Bu dönemler incelendiğinde Kemal Cenap Berksoy’un Türk Fizyolojisindeki önemi anlaşılabilir.
Ahlak felsefesi olarak da adlandırılan etik, ahlaki olanın özüneve temeline ilişkin kavramları ve ilkeleri araştıran bir felsefe dalıdır.Bu çalışmada, tıp fakültesi öğrencilerinin akademik etik değerlerininincelenmesi amaçlanmıştır. Çalışma nicel araştırma deseninde kesitseltanımlayıcı olarak tasarlandı. Çalışmanın örnek büyüklüğü %95 güvenaralığında 313 olarak hesaplandı (n=313). Çalışma için Sevimtarafından geliştirilmiş ölçek tercih edildi. Ölçeğin puan analizlerindetoplam puan 137,28±13,22 (minimum: 91, maksimum:165) olarakhesaplanmıştır. Ölçek toplam puanlarının yıllara göre analizinde 2. yılöğrencilerinin ölçek puanları ortalaması 143,37±11,50 ile en yüksekolarak hesaplandı. Katılımcıların ölçek puanlarının eğitim dönemine(klinik öncesi, klinik) göre değerlendirilmesinde, toplam puanda prek linik dönem öğrencilerinin ortalamalarının (139,75±13,15) klinik dönemöğrencilerine göre (134,76±12,85) daha yüksek olduğu ve 2 gruparasında istatistiksel anlamlı fark olduğu gösterilmiştir. Çalışmanınbulguları değerlendirildiğinde, öğrencilerin bilimsel araştırmaya yöne lik değerler puanının iyi seviyede olduğu görülmektedir. Buradançalışmaya katılan öğrencilerin büyük kısmının bilimsel araştırma veyayın etiği konularında temel bilgiye sahip oldukları düşünülmektedir.Bunda çalışmanın yapıldığı fakültede yurt içi ve yurt dışı örneklerdenyararlanılarak toplumun öncelikli sağlık sorunlarına yönelik, organ/sis tem temelli, mezuniyet hedeflerine dayalı, yatay ve dikey entegre eğitimprogramı modelinin uygulanmasının etkili olduğu söylenebilir.
Amaç: Bir tıp fakültesinde öğrenim gören öğrencilerin tıp tarihi dersi hakkındaki görüşlerinin değerlendirilmesidir.Yöntem: Çalışma tanımlayıcı araştırma tipinde tasarlanmıştır. Bir devlet üniversitesinin tıp fakültesinde okuyan dönem-1 öğrencilerinde 2020yılının Kasım ve Aralık aylarında yürütülmüştür. Araştırmanın evrenini, tıp tarihi dersini alan 249 öğrenci oluşturmuştur. Örneklembüyüklüğüne (n=208) ulaşılmıştır. Veriler literatür doğrultusunda oluşturulan form aracılığıyla çevrim içi olarak toplanmıştır. Etik Kurul onayıve öğrenci izinleri alınmıştır.Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 18.6±1.1 yıldır ve %84.6’sı 90-100 arası akademik ortalamaya sahiptir. Öğrencilerin meslektenmemnuniyet ortalamaları 7.4±1.8 (min-max=1-10) ve %88.5’i mesleğe karşı olumlu bakış açısına sahiptirler. Öğrencilerin %64.4’ü dersinöğleden sonra işlenmesini, %98.1’i ders notu verilmesini, %76’sı ders notunun bir gün önce verilmesini istemiştir. %54.8’i kaynak kitaptakibinin gerekli olmadığını belirtmiştir. Öğrencilerin %57.7’si görsel öge olarak slayt veya barkovizyon kullanılmasını, %95.7’si derste videogösteriminin faydalı olacağını ifade etmiştir. Öğrencilerin %64.9’u dersle ilgili etkinliklere katılım, konu anlatımı, vaka anlatımı gibi aktif eğitimyöntemlerinin kullanılmasını istediklerini belirtirken; %51.9’u eğiticinin sınıfı derse katmasını istediklerini dile getirmiştir.Sonuç: Araştırmanın bulguları değerlendirildiğinde öğrencilerin aktif eğitim yöntemlerine sıcak baktıkları görülmektedir. Bu nedenleöğrencilerin dersle ilgili etkinliklere katılımını sağlamak öne çıkmaktadır. Konu ve vaka anlatımı gibi aktif eğitim yöntemleri kullanılarak derseolan ilgi artırılabilir. Derslerde video gibi görüntülü-sesli materyallerin daha fazla kullanılması önerilmektedir. Bu bakımdan dersi vereneğiticinin görsel-işitsel araçların ve çeşitli etkinliklerin nerelerde kullanılacağına ilişkin hatırlatıcı notlar hazırlaması önemlidir. Ayrıca Covid-19pandemisi ve benzeri süreçler dikkate alındığında uzaktan eğitim platformlarının aktif eğitim yöntemlerine uyumlu olmalarının sağlanmasıbaşka bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmada, Covid-19 pandemisinin sağlık sektöründe faaliyet gösteren eczane, veteriner ve optisyen firmalarının üzerindekiekonomik ve sosyal etkileri incelenmiştir. Araştırmada, nitel ve nicel araştırma yöntemlerinin birlikte kullanıldığı karmaaraştırma desenlerinden açımlayıcı sıralı karma yöntem deseni kullanılmıştır. Araştırmanın nicel boyutunda betimsel taramamodeli, nitel boyutunda genel tarama modeli kullanılmıştır. Nicel araştırma örneklemi küme örnekleme tekniği ile belirlenmiş300 firmadan oluşmuştur. Nitel örneklemi ise araştırmanın nicel boyutuna katılan firmalar arasından amaçlı örnekleme yöntemikullanılarak belirlenmiş olan 11 firmadan oluşmuştur. Araştırma verileri, gönüllülük esasına dayalı olarak uygulanan anketformları kullanılarak ve yüz yüze mülakat tekniği ile elde edilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, sağlık sektöründefaaliyet gösteren araştırmaya konu olan firmalar pandemi döneminde ekonomik olarak olumsuz etkilenmiştir. Satış ve gelirleri%50 ve daha fazla oranda artmış, fakat sabit işletme giderlerinde bir azalma olmamıştır. Firmalar iş sağlığı ve güvenliğiönlemlerine azami derecede riayet etmektedirler. Firmalar faydalandığı destek ve yardımlar ile istihdam seviyelerini koruyarakhizmetlerine devam etmektedirler. Firmaların sağlık hizmeti sunumlarına devam etmeleri pandemi ile mücadele için gerekli birdurumdur. Bu sebeple sektör özelinde destek ve yardımların sağlanması pandemi ile mücadelede başarı için gerekli ve önemlidir.
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi 2016yılından itibaren mezuniyet öncesi tıp eğitimi programınınakreditasyonu sürecine girerek tıp eğitimi kalitesinidaha da artırmayı amaçlamıştır. Bu kapsamdamevcut imkân ve kabiliyetlere yenilerinin eklenmesive var olanların da geliştirilmesi için çeşitli çalışmalarbaşlatılmıştır.Akreditasyon faaliyetlerini tamamlayıcı mahiyetteki buçalışmada Tıp Fakültesi Dekanlık Binası’nın tıp tarihigörselleri ile donatılması amaçlanmaktadır.Görseller birbirlerini tamamlayan üç farklı konseptleyerleştirilmiştir. Bunlardan ilki; Dekanlık Binası’nınhemen girişine yerleştirilen, ilk girişte öğrencileri veDekanlık Binası’na giren diğer kişileri karşılayan ikigörseldir. İkinci konsept görsellerinde yine ilk olaraküç büyük hekimin (Hipokrat, Galen ve İbn-i Sina) görselineyer verilmiştir. Üçüncü grup görseller ise moderntıbbın gelişimine büyük katkı sağlamış hekimlerve diğer bilim insanları ile tıpta yaşanan önemli gelişmelerleilgilidir.Fakülte girişinden itibaren yeni dersliklere (amfilere)giden geniş, aydınlık ve ferah koridorun ve hemen altkatında yer alan öğrenci dolaplarının bulunduğu genişsalona giden koridorun tıp tarihi görselleri ile donatılmasıtamamlanmıştır.Sonuç olarak tıp tarihi ve tıp eğitimi açısından görselfarkındalık oluşturan, öğrencilerin dikkatini tıp tarihineçeken bu görseller Tıp Fakültesi Dekanlık Binası’nıngörünümünü zenginleştirmiş ve tıbbın tarihsel gelişimsürecine verilen önemin bir göstergesi olarak var olankurum kimliği değerini ve kültürünü yansıtmaktadırlar.
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi 100. Yılında Millî Mücadelede Sağlık Hizmetleri Sempozyumu Isparta Valiliğinin himayelerinde gerçekleştirilmiştir. Ulusal sempozyum formatında düzenlediğimiz etkinliğimizin konularını ise; Osmanlı’nın son döneminde ve Millî Mücadele döneminde sağlık hizmetleri ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve sonraki yıllarda Türk tıbbı olarak belirledik.
Amaç Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin salgın tedbirlerinikolera örneği üzerinden araştırmak ve bunlarla ilgilibilgileri sunmaktır. Gereç ve YöntemÇalışma kapsamında konuyla ilgili yayınlar okunmuş,Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi Katalo ğunda tarama yapılmış, orijinal arşiv belgeleri incelen miş ve kronolojik sıralamaya uygun sonuçlara ulaşıl mıştır. Bulgular Türkiye salgınlarla mücadele etmek ve bunların ya yılmasını engellemek için gerekli tedbirleri almıştır.Bu kapsamda incelenen ilk arşiv belgesi 1924 ve sonbelge ise 1973 tarihlidir. Bulunan belge sayısı 38’dir.Kolera vakalarının görülmesi üzerine alınan tedbirle rin yanısıra hastalığın bildirimi için de bir mekanizmaoluşturulmuştur. Yurt dışında başlayan salgınlarınmemlekete bulaşmaması için özellikle sınır geçişlerin de ve ulaşım konularında tedbirler alınmıştır. Koleraaşısı üretimi ve yedeklenmesi için çaba gösterilmiş tir. Salgın görülen ülkelere aşı gönderilmiştir. 1970’teİstanbul-Sağmalcılar’daki kolera salgını ile mücadeleedilmiştir. Bu salgından sonra kolera ile mücadele içinçeşitli tedbirler alınmıştır. Aynı yıl karayolu ile haccagitmek yasaklanmıştır. Bulgaristan ile kolera mücade lesi için bir protokol imzalanmıştır.Sonuç İncelenen arşiv belgelerinden yurtdışında görülensalgınlar konusunda sınırları kapatma, deniz ve havayolu ulaşımını durdurma gibi önlemlerin alındığı gö rülmüştür. Ayrıca aşılama, hijyen, izolasyon ve tedavikonularında önemli işler başarılmıştır. Gerektiğindekesin ve radikal kararlar alınmıştır. Tüm bunlar gü nümüzde yaşanan salgınlara ve özellikle de yeni tipcoronavirus (COVID-19) pandemisine karşı devreyesokulan tedbirlerle büyük benzerlik göstermektedir.Geçmişte sağlanan başarıların veya eksik kalınanhususların bugün ve gelecekte oluşacak salgınlarlamücadelede iyi birer yol gösterici olacağını düşün mekteyiz.
Amaç: Covid-19’un Türkiye’deki ilk üç haftasını ve busalgınla mücadele kapsamında alınan tedbirleri araştırmak vebunlarla ilgili bilgileri sunmaktır.Materyal-Metot: Çalışma kapsamında konuyla ilgili resmîyayınlar, duyurular ve açıklamalar ile basın-yayın aracılığıylailan edilen gelişmeler takip edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı vediğer devlet organlarınca yayımlanmış Kararlar ve Genelgelerbulunmuş, kronolojik metodolojiye uygun olarak inceleme vedeğerlendirmeleri yapılmıştır.Bulgular: Covid-19’un Çin’de Aralık 2019'da görülmesiylebirlikte, Türkiye'nin bu salgının memlekete yayılmamasıiçin aldığı önlemler sonucu ilk vaka 11 Mart 2020 günügörülmüştür. 17 Mart 2020’de ise Covid-19 kaynaklıilk can kaybı meydana gelmiştir. Hastalığın Türkiye’degörülmesiyle birlikte alınan tedbirler de artırılmıştır. Bunlarsınır geçişlerinin kısıtlanması, yüz yüze eğitim yerine uzaktaneğitime geçilmesi, spor müsabakalarının önce seyircisizoynanması sonra tümüyle ertelenmesi, kamu görevlilerininyurt dışına çıkışlarına kısıtlama getirilmesi, uçuşlarındurdurulması, toplu olarak bulunulabilecek tüm mekânlarınkapatılması, pandemi sistemine geçilmesi, camilerdecemaatle namaza ara verilmesi, risk grubundakilere evdençıkma yasağı getirilmesi, tecrit ve karantina uygulamaları,ulaşımda sınırlamaya gidilmesi, ekonomik önlemler ve diğertedbirler olarak sıralanabilirler.Sonuç: Tüm dünyayla birlikte Türkiye’yi de etkisi altınaalan Covid-19’a karşı ilk aşamada alınan tedbirlerin sosyalmesafeyi koruma ve izolasyon olduğu anlaşılmaktadır.Hastalığın seyrine göre tedbirler kademeli olarak artırılmış vesıkılaştırılmıştır. Bununla birlikte ilk baştan itibaren üzerindedurulan konuların yanı sıra hijyen de hep ön planda tutulmuştur.Bu sayede yayılımın azaltılması ve sağlık kuruluşlarınaolası yığılmanın önüne geçilmesi düşünülmüştür. Öncekitüm salgınlardan çok farklı olarak adeta hayatın durmasınaneden olan Covid-19’un üstesinden gelinmesi ile birliktebu mücadeleden öğrenilen bilgiler ve yaşanılan tecrübelergelecek yıllar için çok önemli birikimler olacaktır.
Amaç: Türkiye’de görev yapan yabancı hemşirelerle ilgili 1931 ve 1962 yılları arasındaki döneme ait arşiv belgelerini inceleyerekelde edilen bilgileri paylaşmaktır.Yöntem: Çalışma için konuyla ilgili yayınlar okunmuş, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı CumhuriyetArşivi Kataloğunda tarama yapılmış ve bulunan arşiv belgeleri incelenmiştir.Bulgular: İncelenen arşiv belgelerinden yabancı hemşirelerin Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1960’lara kadar hemhemşirelik eğitim kurumlarında hem de hastanelerde çalıştıkları görülmüştür. Arşiv belgelerinde isimleri geçen yabancı hemşiresayısı 26’dır. Bunlar Almanya, Avusturya, Amerika Birleşik Devletleri, Çekoslovakya ve Polonya uyruğundadırlar. İsimleri ise; FriyedelÜg, Sotto Kemma, İles Yensen, Charlotte Keitel, Ella Bach, Else Schauman, Anna Haace, Margot Konrat, Elisabeth Sehulz, Hazel AvisGoff, Fransiska Karpeles, Marie Mochnacka, Grete Lindenbav, Miss Cecilia Sinclair, Miss Mag, Schweifert, Hilde Scromm, KaterinaThetter, Gertrud Sieber, Aenne Messerle, Hedwig Pfannes, Frances Bavons, Margot Henkel, Rosa Dotosch, Karin Duve ve Clara AnnaEngle’dir.Sonuç: İncelenen arşiv belgelerine göre yabancı hemşirelerin Türkiye’de hemşireliğin gelişiminde hem eğitim hem de hastaneçalışmalarının düzenlenmesi açısından dolaylı katkılar sağladıklarını söylemek olanaklıdır.
Six decades after the launch of the first satellite in 1957, space business andspace technologies are taking a new turn: From big to small, from primarilygovernment to extensively private sector and from a few players to profuselymany. The new paradigm, or “New Space”, as it has been called, can becharacterized by new startups with venture capital backing entering the fieldor in fact leading the field in new innovative applications, universities andcountries with no previous space experience joining the bandwagon, leandesign and development techniques benefitting from the newly availableCOTS parts and subsystems, mass production of satellites, constellations ofhundreds or thousands of small satellites serving old and new emerging nicheneeds, small launchers available for reaching orbit at low cost and rather shortnotice, capability to launch a rocket several times a month, and more exoticapplications such as the coming space tourism and asteroid mining. Althoughthere were initiatives in this direction in the previous century, they proved toofeeble to set a trend. “New Space” started showing its first signs of emergenceafter the turn of the millennium. However the market acceptance has reallytaken root in the last 3 or 4 years. Market data clearly shows an acceleratedpace shaping the future of space industry. This paper reviews thedevelopments in the nano and micro satellites considering them as the pillarof the New Space paradigm. The road leading to the present state and thecurrent trends are elaborated. A look to the future points to the proliferation ofspace applications among the many startups, big and small institutions,however being limited by market forces and survival by a few as the decadeproceeds.
Objective: To investigate the role of mammalian target of rapamycin (mTOR) in human granulosa cell ovarian tumors and the therapeutic effectof rapamycin in COV434 mitotic granulosa cell lines.Material and Methods: A retrospective evaluation of the medical records and pathologic sections of patients with granulosa cell ovariancarcinoma was performed. mTOR and p-mTOR expression was immunohistochemically investigated. A COV434 cell culture were treated with0.5, 1, 2, and 5 μM rapamycin. Real-time growth curve analysis via xCELLigence system and apoptotic cell analysis via YO-PRO™-1 Iodide wereperformed to assess the therapeutic effect of rapamycin on cancer cells.Results: A total of twenty patients were evaluated. mTOR staining was detected in 18 (90%) patients. Mild, moderate, intense, and very intensestaining was observed in three (15%), eight (40%), six (30%), and one (5%) sample, respectively. The mean mTOR staining ratio was 59±41%.P-mTOR staining was observed in two (10%) patients. One (5%) patient had 5% staining, and one (5%) patient had 100% staining for p-mTOR.Both of the latter patients had very intense staining. Rapamycin caused a dose-dependent growth arrest and induced apoptosis in COV434 mitoticgranulosa cells. The real-time growth curves of the cells treated with these drugs were distinguished by a marked reduced slope after exposurefor several hours, indicating a rapid onset of apoptosis. Live/dead cell analysis with YO-PRO-1 staining showed that rapamycin induced apoptosisin 24% of the cells when used at 1 μM concentration, whereas the rate increased to 61% and 72% when the cells were treated with 2 μM and 5μM rapamycin, respectively.Conclusion: mTOR expression is observed in various degrees in 90%, and p-mTOR expression is observed in only 10% of patients with granulosacell ovarian carcinoma. Rapamycin caused a dose-dependent growth arrest and apoptosis in COV434 mitotic granulosa cells.
Transvaginal small bowel evisceration is a rare, life-threatening condition, requiring urgent surgical intervention. In our case, ischemiadeveloped in the intestinal segment with evisceration, with a laceration in the small intestine of the mesentery, and finally, a small bowelresection was required. An 89-year-old woman was brought to the hospital with a sudden onset of abdominal pain, which lasted for 4hours. Upon the examination, it was found that approximately 50 cm of the small intestine was eviscerated from the vagina, with itsmesentery. The intestines were edematous, and also there were signs of ischemia on the mesentery. The patient was urgently transferred to surgery. Functional end-to-end anastomosis was performed, following a 70 cm small bowel resection. The vaginal defect wasrepaired transvaginally. Transvaginal small bowel evisceration is rarely described in the literature. It is most commonly seen in postmenopausal, elderly women who underwent vaginal surgery before and who have enterocele. The treatment is an emergent surgicalapproach. Surgical treatment should be based on individual patient. Various surgical techniques have been described for the repair oftransvaginal small bowel evisceration, such as vaginal, abdominal, laparoscopic, and combined approaches. Transvaginal small bowel evisceration should be considered in the differential diagnosis of patients with a sudden onset abdominal pain. Patients with an increasedrisk for transvaginal small bowel evisceration are postmenopausal women and patients who underwent vaginal surgery before. Afterthe accurate diagnosis, patients should be operated as soon as possible, and necessary surgery should be done.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, İstanbul’da bir merkez laboratuvarında yaklaşık 15 yıllık bir dönemde saptanmış sıtma olgularınınincelenmesi, genel anlamda klinik yönden değerlendirilmesidir.Yöntemler: Aralık 2002-Haziran 2017 arası sıtma şüphesiyle kalın damla ve ince yayma preparatları incelenen hastalarınlaboratuvar kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Mikroskobik incelemeler sonrası sıtma tanısı alan olgular yaş, cinsiyet gibibireysel özellikleri, başvuru esnasındaki yakınma ve bulguları, klinik tablonun özellikleri ve yakın tarihli endemik bölgeye seyahatöyküsü açısından irdelenmiştir.Bulgular: Giemsa boyalı kan yaymaları incelenmiş 2271 kişinin 42’sinde Plasmodium spp. saptanmıştır. Olguların 19’ununPlasmodium falciparum, 1’inin Plasmodium ovale, geriye kalan 22’sinin ise Plasmodium vivax olduğu belirlenmiştir. Sıtma tanısıkonulan bu 42 hastadan 32’sine son beş yıl içinde tanı konulduğu, yine 32 hastanın enfeksiyonu Afrika seyahati sırasında aldığıtespit edilmiştir. Temmuz ayları en sık olguya rastlanan dönem olarak dikkati çekmiştir.Sonuç: Laboratuvarda saptanan sıtma olgularının hemen hemen tamamının beklenildiği gibi Plasmodium vivax ve Plasmodiumfalciparum’a bağlı importe olgular olduğu görülmektedir. Son yıllarda hekimlerce sıtma şüphesine bağlı kan inceleme talebinin vebuna paralel laboratuvarda saptanan sıtma olgu sayısının arttığı dikkat çekmektedir.
Jejunoileal diverticulosis (JID) is a rare condition with a reported incidence lower than 0.1%. The clinical presentation of JID varies widely; theincidence of complications requiring surgical intervention is reported as 10%. Surgery is the definitive treatment for JID and can be considered toimprove the patient’s quality of life and to prevent further severe symptoms. The first patient was a 77-year-old male with a history of JID that hadcaused intermittent abdominal pain for the last year. He underwent laparoscopic surgery without segmental resection, however, symptoms recurredand he underwent definitive robotic small bowel resection. Pathology revealed JID with true diverticula. The second patient was a 72-year-old malewho presented with rectal bleeding that caused hypotension. Jejunostomy was required initially and definitive open surgery was performed later toresect the bowel segment affected by JID. Pathology showed pseudodiverticular JID. JID patients may present with a pseudodiverticulum or a truediverticulum, with severe or mild symptoms and with perforation or minimal inflammation. Physicians treating this heterogeneous disease need toknow the complex underlying mechanisms as well as the multiple management options. We share our experience with two distinct cases and discussthe presentation and management approaches for JID to give an inclusive picture of the disease.
Yunus Emre XIII. yy. Anadolu sahası Türk edebiyatının en önemlişairlerinden biridir. Yunus Emrenin Tarihî hayatı hakkında kaynaklardayeterli yoktur. Halk muhayyilesinin zenginleştirdiği menkıbevî hayatıtarihi hayatının yerine geçtiği söylenebilir. Yunus Emrenin tarihîhayatına ilişkin ilk ve çok önemli bilgileri Fuat Köprülü vermiştir. Bukonuda yapılan çeşitli ilmî çalışmalar onun hayatı hakkındakibilinmeyenleri az da olsa aydınlatmıştır. Doğum tarihi ve doğum yerikonusunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Yunus Emre’nin nerededoğduğu kesin olarak belirlenememekle beraber, onun İç Anadolu ile BatıAnadolu arasında yaşamış olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca Sivrihisar'ınSarıköy'ü, Bolu veya Karaman (Lârende) onun doğum yeri olarakgösterilen yerler olmuştur. Köprülü, Yunus'un yaşadığı yer olarakSivrihisar civarında yahut Bolu'nun Sakarya suyu civarındaki köylerdenbirisinin olduğunu ve orada yetişmiş olabileceğini kabul etmektedir.Ailesi ve çocukları konusunda kesin bilgilere rastlanmamaktadır. Ancakşiirlerindeki ifadelerden hareketle hem evlenmiş olduğunu hem deevlenmediğini kabul eden görüşler vardır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin nefesteklifine verdiği “ehli iyâlim var” sözünden evli olduğu anlaşılmaktadır.Eğitimi konusunda da yine şiirlerinden hareketle iki görüş vardır: Birkısım araştırmacılar onun ümmî olduğu fikrini benimserken; bir kısmıda Yunus’un ilim tahsil ettiğini kabul etmişlerdir. Genelde makbul vehâkim görüş de bu yöndedir. XIII. yüzyılda Selçuklu devletinin içinedüştüğü zor şartlar sebebiyle halk fakirleşmiş, hayat zorlaşmış, budurum da insanların geleceğe ilişkin kaygılarını arttırmıştı. Artankaygılarla birlikte azalan umutların, halkın yaşama sevincini bitirip,hayatla bağlarını zayıflattığını gören Yunus Emre halkı içine düştüğü bukaranlıktan çıkarmak için şiirleriyle onlara bir ışık, bir umut, manevi destekle moral ve motivasyonu arttıran halkın arasında gönüller yapanhalkın kahramanı bir şair olmuştur. Ateşe körükle gitmeyen Yunus EmreFizikî şartlardan bunalan insanlara, metafiziğin kapılarını açarak onlarakara günlerinde zorlukların aşılmasında yol gösterici olmuştur. Zorgünlerinde kendilerine yalnız bırakmayan, kendilerine ışık olan YunusEmre’yi halk ölümünden sonra da unutmamıştır. Onu dâimâ yanında veyakınında görmek isteyen Anadolu insanı, Yunus Emre’ye duyduğu sevgive saygının bir sonucu olarak ülkenin değişik yerlerinde pek çok medfenveya makamı Yunus’a ait olarak kabul etmiştir.
2014 Nisan-2016 Aralık döneminde gerçekleştirilen bu proje temelde Ba1-xSrxTiO3 tozlarının ve filmlerinin kimyasal çözeltilerden sentezi, yapısal, elektriksel ve optik özelliklerinin karakterizasyonunu konu etmektedir. Asetat taşıyıcılardan sentezlenen tozların hem saf hem de katkılı halde yapısal analizleri yapılmıştır ve bu tozların sentezinden elde edinilen deneyim ile ince filmlerin üretimi gerçekleştirilmiştir. Tozların Curie noktaları termal analiz ile tespit edilmiştir ve artan Sr elementi katkılandırması ile Curie sıcaklığının düştüğü yani ferroelektrik bileşimin arzulanan şekilde kontrol edilebildiği ortaya konmuştur. Sr iyon çapının Ba iyonuna göre daha düşük olması birim hücrenin hacmini küçültmekte ve latis yapısını kübik yapıya doğru kaydırmaktadır, dolayısı ile Curie noktası da düşük sıcaklıklara kaymaktadır. Saf BaTiO3 ve Sr katkılı Ba1-xSrxTiO3 bileşimlerin hemen hepsinde özellikle baskı gerinimleri oluşturan SrTiO3 altlıklar üzerinde ferroelektrik oldukları gözlemlenmiştir. Ba1-xSrxTiO3 ince filmler SrTiO3, MgO ve Nb katkılı SrTiO3 tek kristal altlıklar üzerinde büyütülmüştür. Pt/Si altlıklar da kullanılmıştır. SrTiO3 ve MgO altlıkların seçim sebebi her iki altlığın Ba1-xSrxTiO3 latisi üzerinde sırası ile basma ve çekme içgerilmeleri oluşturmasıdır. Pt/Si ve MgO altlıklar üzerinde büyütülen filmlerde çoklu kristal oluşumu gözlemlenmiştir ve buna bağlı olarak projenin esas odağı SrTiO3 ve Nb katkılı SrTiO3 (Nb:SrTiO3) üzerine kaymıştır. Özellikle Nb katkılı SrTiO3 altlıklar üzerinde büyütülen filmler elektriksel karakterizasyon için kullanılmışlardır. Elektriksel ölçümlerde yüksek kaçak akım değerleri tespit edilmiştir ve projenin seyri bunun mekanizmalarını aydınlatma yönüne kaymıştır. Özellikle polarizasyona bağlı artması beklenen kaçak akım Sr bileşimine göre incelenmiştir ve Sr katkısı ile bu akımlarda belirgin bir azalma tespit edilmiştir. Bu oluşumun sebebi detaylıca incelenmiştir. Ayrıca Nb-SrTiO3 / Ba1xSrxTiO3 / Pt yapısının bir diyot olarak davrandığı ve akım-voltaj eğrilerindeki asimetrinin kutuplaşma yönü ve şiddetine bağlı olduğu ortaya konmuştur. Bu yapının elektriksel özellikleri detaylı şekilde incelenmiş ve hangi arayüzeylerin Schottky türü ve/veya Ohmik olarak davrandığı tespit edilmiştir. Numunelerde son dönemde oldukça ilgi gören “dirence bağlı kutuplaşma dönmesi (resistive polarization switching)” gözlemlenmiştir ve detaylı şekilde ele alınmıştır.
Artvin'in Ardanuç ilçesi Aydın Köyü yakınlarında yürütülmüş olan bu araştırmada, orman üstü doğal mera alanlarında botanik kompozisyon, kuru ve yaş ot verimi, otlatma kapasiteleri ile bazı toprak parametrelerinin kısa mesafeli yükselti artışlarına bağlı olarak değişimleri irdelenmiştir. Bu amaçla; 1900, 2000 ve 2200 metre yükseltilerde tel kafesler yardımı ile her biri 1 m2 olan toplam 36 adet deneme parseli kurulmuştur. Kafeslerle ayrılan bu parsellerden alınan bitki örnekleri teşhis edildikten sonra botanik kompozisyonlarına ayrılarak yaş ve kuru ot verimleri ile otlatma kapasiteleri hesaplanmıştır. Ayrıca, 0-20 cm derinlikten alınan bozulmuş ve bozulmamış toplam 72 adet toprak örneği üzerinde geçirgenlik, hacim ağırlığı, iskelet içeriği, ince kısım ve kök miktarı, tekstür, tane yoğunluğu, gözenek hacmi, organik madde (OM), toprak reaksiyonu (pH) analizleri yapılmıştır. Yapılan hesaplama sonuçlarına göre meraların ortalama yaş ot verimi 647.22 kg/da, kuru ot verimi 196,67 kg/da olarak tespit edilmiştir. Botanik kompozisyonun ise %46.19 ile buğdaygillerden, %14.36 ile baklagillerden ve %39.45 ile diğer familyalardan oluştuğu belirlenmiş ve yükselti kademelerine göre bazı istatistiksel farklılıklar göstermiştir. Ayrıca, meraların toprak özellikleri içerisinde OM, hacim ağırlığı, ince kısım, iskelet içeriği ile gözenek hacmi değerlerinin yükselti kademeleri arasında önemli seviyede farklılıklar gösterdiği anlaşılmıştır. Son olarak, yapılan korelasyon analiz sonuçları, meralardaki botanik kompozisyonun şekillenmesi üzerinde bazı toprak özelliklerinin istatistiksel önem derecelerinde rol oynadığını ortaya çıkarmıştır.
Ahmet Saim Arıtan 30 Haziran 1951 tarihinde Konya'nın merkez KarakurtMahallesinde doğdu. Babası Hüseyin Ekrem Bey, annesi Şükriye Hanım, dedesiYılanlı Medrese müderrislerinden Ahmet Arıtan'dır. İlköğretimini Konya Necatibeyİlkokulunda (1958-1963), ortaöğrenimini Konya İmam Hatip Okulunda(1963-1970), yükseköğrenimini de Konya Yüksek İslam Enstitüsünde yaptı(1970-1974).Seydişehir Mahmut Esat Ortaokulu,Çumra İmam Hatip Lisesi, Konya Kız Ortaokulundaöğretmenlik ve idarecilik görevlerindebulundu. 1985 yılında Selçuk Üniversitesiİlahiyat Fakültesi İslâm Sanatlarıve Mimarisi Uzmanı kadrosuyla akademisyenliğegeçti. 1987 yılında Selçuk ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Sanat TarihiAna Bilim Dalında "Konya MüzelerindeBulunan Selçuklu Cildlerinin Özellikleri"adlı teziyle yüksek lisansını, 1992 yılındaise yine aynı anabilim dalında "Konya Dı-şındaki Müze ve Kütüphanelerde Bulunan Selçuklu ve Selçuklu Üslûbunu Taşı-yan Cild Kapakları" isimli teziyle doktorasını tamamladı. 1995 yılında SelçukÜniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslâm Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı'ndaYardımcı Doçent unvanını kazandı.Batılı sanat tarihçileri tarafından yok sayılan Türkiye (Anadolu) SelçuklularıCilt Sanatı ile ilgili araştırmalarını titiz bir bilim adamı ciddiyetiyle sürdürdü. Alanındatek olma özelliğine sahip olmakla birlikte, gerek ulusal, gerekse uluslararası sempozyum ve kongrelerde Türkiye Selçukluları cildinin varlığını duyurmaya çalıştı, bu dönem cildini bilim literatürüne sokmayı başardı. Yurtiçi veyurtdışında birçok kişisel ve karma sergiye katıldı. Konya Büyükşehir Belediyesitarafından düzenlenen klasik güzel sanatlar sergilerinde sergi yürütücülüğüyaptı. Kitapları yanında Türk cilt sanatı ve Türk ebru sanatı ile ilgili araştırmalarınıTürkiye'nin önde gelen ansiklopedilerinde yayımladı.Gelenekli sanatlarımız konusunda titiz çalışmalar yaptı ve bu alanlarda pekçok öğrencinin yetişmesine önderlik etti. Akademik çalışmalarının yanında İlahiyatFakültesi bünyesinde kurduğu atölye ile cild ve ebru sanatının tanınması,gelişmesi yönünde kurslar düzenledi, pratik alanda pek çok çalışmaya imza attı.Kültür, sanat, fikir ve yayın alanlarında cemiyet hayatının faal bir üyesi olarakçalıştı. 1961-1979 yılları arasında Türkiye'de İslâm'a dair sıkıntıları ve edinilendertleri paylaşma arzusuyla yayın yapan "İslam'ın İlk Emri Oku" dergisinde yayınkurulu üyesi ve genel yayın yönetmenliği yaptı. 1997 yılında merhum Prof.Dr. Fevzi Günüç, Ahmed Selahaddin Hidayetoğlu ve M. Sadreddin Özçimi ile birlikteDestegül Güzel Sanatlar Merkezi'ni kuruluşunda yer aldı. Bu dönemdeKonya'da Güzel Sanatlar Fakültesi ihtiyacı fikrinin yaygınlaşması ve Selçuk ÜniversitesiRektörlüğünün talebi üzerine merhum Prof. Dr. Fevzi Günüç ve M.Sadreddin Özçimi ile birlikte Güzel Sanatlar Fakültesinin kuruluşunda büyükgayretleri oldu. Selçuk Üniversitesinin kültür ve sanat hayatına katkılarındandolayı dönemin rektörleri tarafından "teşekkür belgeleri" ile ödüllendirildi.2002 yılında doçent, 2008 yılında profesör oldu. Uzun yıllar sürdürdüğüTürk İslâm Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığı'nın yanı sıra 2011-2014yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı gö-revini yürüttü. İlahiyat Fakültesi'nin yenilenme çalışmalarında ziyadesiyle emeğigeçti. Dekanlığı döneminde yapılması düşünülen yeni fakülte binası için yoğunçalışmalar yürüttü ve proje safhasına kadar getirdi.İlahiyat Fakültesine başladığımız 1991 yılında tanıştığım Prof. Dr. AhmetSaim Arıtan hocamın Türk İslâm Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı'nda ilk yükseklisans ve doktora öğrencisi, ayrıca ilk ve tek doktora öğrencisi olarak elindencüppe giyme bahtiyarlığı da bize nasip oldu. Dostluğumuz hoca-talebe ilişkisindenziyade bir arkadaş/meslektaş yakınlığı ile devam etti.Kendisine herhangi bir konuda müracaat eden herkese elinden geldiğinceyardım etmeye çalışması, meseleleri en ince ayrıntısına kadar irdelemesi, akrabave geniş aile mefhumuna azami özen göstermesi en bariz özellikleri olarakhafızamızda kalan Ahmet Saim hocamız, yakalandığı şeker hastalığındanşikâyet etmeksizin yıllarca sabrederken, ani bir kalp rahatsızlığı neticesinde 08Temmuz 2016 tarihinde 65 yaşında dârı bekâya irtihal etti. Cenazesi, toplumunhemen her tabakasından yoğun bir katılımla 09 Temmuz Cumartesi günü HacıFettah Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Hacı Fettah Mezarlığı'na defnedildi.
Amaç: Çalışmamızda, tiroid nodüllerinin boyut, iç yapı ve kontur özellikleri, vaskülarizasyonları, kalsifikasyon içerip içermemeleri ve kalsifikasyon içeriyorlarsa tipleri, ultrasonografi ve ince iğne aspirasyon biyopsisi sonuçları ile birlikte değerlendirilerek benign ve malign nodüllerin ayırt edilmesine katkı sağlayacak veriler elde etmek ve bu verilerle ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılacak en uygun nodülü saptamak amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, hastanemizdeki çeşitli kliniklerden 30.09.2013-15.09.2014 tarihleri arasında radyoloji kliniğimize ultrasonografi eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılması için gönderilmiş 82'si (%90,1) kadın ve 9'u (%9,9) erkek, toplam 91 hastadaki 91 nodül değerlendirmeye alınmıştır. Hastaların yaş, cinsiyet, tiroid nodüllerine yönelik yapılmış ultrasonografi görüntüleri ve raporları ile ince iğne aspirasyon biyopsisi sonuçları retrospektif olarak değerlendirilmiştir.Bulgular: Yaş ve cinsiyetin tek başına maligniteyi belirlemede yetersiz kaldıkları görülmüştür. Genele (kadın ve erkek birlikte) yönelik yapılan incelemede; boyut, kontur, iç yapı, ekojenite ve kalsifikasyon çok değişkenli analize alınmıştır. Analiz sonucunda "kontur" özelliğinin tek başına malignite ile ilişkili en önemli parametre olduğu saptanmıştır. Ancak her ne kadar bu parametrenin malign nodüllerin saptanması üzerindeki spesifitesi yüksek (%98,7) olsa da sensitivitesinin düşük (%53) olmasından dolayı tek başına bir kriter olarak kullanılmasının yeterli olamayacağı düşünülmüştür.Sonuç: Tek başına hiçbir sonografik parametrenin kanser belirteci olarak kullanılmasının uygun olmayacağı, nodüllerdeki kanser risk derecesini belirlemek amacıyla birden çok sonografik parametrenin birlikte değerlendirildiği sınıflandırma sistemleri (ör. TI-RADS)'nin geliştirilmesi gerektiği ve bunun için de çok merkezli ve iyi bir şekilde kurgulanmış daha çok çalışmaya gereksinim duyulmakta olduğu görüşüne varılmıştır
Literatürde şimdiye kadar birçok kan hücre sayım çalışması gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalarda genel olarak, impedans, radyo dalgaları ve ışık yayınımı yöntemlerinden biri kullanılmıştır. Bu çalışmalarda kan hücre tiplerinin tespit edilerek, sayılarının doğru sayılmasında karşılaşılan en önemli dezavantaj hücrelerin üst üste gelmesi ya da yapışık olması durumunda karşılaşılan hatalı hücre tanıma ve sayım sonuçlarının elde edilmesidir. Bu dezavantajları gidermek amacıyla, proje çalışmasında beyaz kan hücrelerinin (akyuvarların), kırmızı kan hücrelerinin ve trombositlerin mikroskop görüntüleri kullanılarak bu kan hücrelerinin otomatik tespiti ve sınıflandırılması yapılmıştır. Burada temel olarak, yapay zeka ve örüntü tanıma tabanlı bir kan sayım sistemi geliştirilmiştir. Bu sistem, donanım ve yazılım olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Donanım kısmı, FPGA işlemci kiti, mikroskop, dijital kamera, servo motor sistemi, kamera ve FPGA işlemci arasındaki bağlantı kablosundan oluşmaktadır. Projenin yazılım kısmında, daha önceden kan hücrelerinin tanınması ve sayılması literatüründe kullanılmamış ve imgenin şekilsel detaylarını ortaya çıkaran ve gerekse piksel yoğunluklarını frekans domeninde en ince ayrıntılarına kadar tespit edip ayırt edici özellikleri ortaya koyan genetik algoritma tabanlı optimum dalgacık dönüşüm enerji ve entropi tekniği (GATODEE) kullanılmıştır. Bu proje çalışmasında önerilen GATODEE yöntemi kullanılarak, bu alanda kullanılan önceki eşikleme, kenar çıkarma, değişmez momentler gibi basit ve ayrıntılara önem vermeyen özellik çıkarım yöntemlerine göre daha iyi tanıma ve sayma başarımı elde edilmiştir. Daha sonra elde edilen bu optimum ayırt edici özellikler, sınıflandırılmak üzere yapay sinir ağları sınıflandırıcısının girişlerine verilmiştir. Bu yazılım işlemlerinin tamamı ise Xilinx System Generator yardımıyla oluşturularak, FPGA işlemcisine yüklenmiştir. Elde edilen sonuçlar, önerilen yöntemin yukarıda sayılan kan hücrelerinin doğru tanınması ve sayılması işleminde etkili sonuçlar verdiğini göstermiştir. Özellikle, üst üste binen veya yapışık durumda olan hücrelerin tanınması ve sayılmasında tekli hücrelerdeki gibi yüksek bir doğruluk oranı tespit edilmiştir. Bu önerilen genetik algoritma tabanlı optimum dalgacık dönüşüm enerji ve entropi tekniğinin ayrıntıları ve kan hücre görüntülerine uygulanmasından elde edilen sonuçlar detaylı bir şekilde bu raporda anlatılmıştır.
Amaç: Retrospektif çalışmamızda tiroid nodüllerinin sonomorfolojik ve Renkli Doppler Ultrasonografi özelliklerinin nodülün benign-malign ayırımındaki rolünün saptanması amaçlandı.Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde 205 tiroid nodülüne USG eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi uygulandı. Sitolojik tanılar benign, malignite şüpheli ve yetersiz olarak sınıflandırıldı. Tüm olguların yaş, cinsiyet, nodüllerin sonomorfolojik ve renkli doppler ultrasonografi özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi.Bulgular: Sitolojik değerlendirme sonucu 136 nodül (%66,3) benign, 42 nodül (%20,4) malignite şüpheli ve 27 si ise (%13) yetersiz materyal olarak rapor edildi. Çalışmamızda nodüle ait düzensiz sınır özelliği, mikrokalsifikasyon varlığı ve vaskülarite artışı malignite riskini istatistiksel olarak anlamlı oranda artırdığı görüldü. Ancak hasta yaşı, cinsiyet, ve diğer sonografik özellikler açısından anlamlı fark saptanmadı.Sonuç: Nodülün düzensiz sınırlı olması, mikrokalsifikasyon varlığı ve hipervasküler olması malignite olasılığını belirgin artırmaktadır. Ancak kesin tanı için ultrasonografi eşlikli ince iğne aspirasyon biyopsisi gereklidir
Astımda fiziksel aktivite düzeyi konusundakibilgiler sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı, erişkinastımlı bireylerde fiziksel aktivite düzeyinin belirlenmesi ve fiziksel aktivite seviyesini etkileyen faktörlerin incelenmedir. Çalışmaya yaşları 18-65 yılarasında olan 45 astımlı birey (36 kadın, 9 erkek)alınmıştır. Olguların fiziksel ve demografik özellikleri kaydedilmiştir. Fiziksel aktivite düzeyi, Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ) ile değerlendirilmiştir. Solunum fonksiyon testi yapılmıştır. Egzersiz kapasitesi, altı dakika yürüme testi (6DYT) iledeğerlendirilmiştir. Test sırasında, kalp hızı, oksijensatürasyonu, nefes darlığı ve yorgunluk algılaması(modifiye Borg skalası) izlenmiştir. Kas kuvveti dinamometre ile belirlenmiştir. Bireylerin yaşam kalitesi Nottingham Sağlık Profili (NHP) ile ölçülmüştür.IPAQa göre astımlı bireylerin 17si (% 37.8) fizikselolarak hareketsiz, 26sı (% 57.8) yetersiz düzeyde aktif ve ikisi (% 4.4) sağlığın geliştirilmesini artıracakdüzeyde aktiftir. Regresyon analizi sonuçlarına göre,yaşın ve NHP uyku puanının, IPAQ toplam fiziksel aktivite puanını bağımsız olarak tahmin ettiği belirlenmiştir (R=0.522, R2=0.273, F(1-41)=7.315, p=0.002). Birincisaniyedeki zorlu ekspiratuar volümün ve test sırasın- da ulaşılan zirve kalp hızı değerinin sedanter yaşamıngöstergesi olan IPAQ oturma puanını bağımsız olarak tahmin ettiği bulunmuştur (R=0.526, R2=0.277, F(1-44)=8.051, p=0.001). Sonuç olarak, hava akımı kısıtlanması şiddetli olan, kas kuvveti zayıf olan, yaşamkalitesi düşük ve fonksiyonel performansı az olan ileri yaştaki astımlı bireylerin fiziksel aktivite düzeyleri azalmaktadır. Fiziksel aktivite, astım semptomlarıüzerindeki olumlu etkileri nedeni ile astım kontrolü vetedavisinin önemli bir komponentini oluşturur.
Giriş: Kist hidatiğin cerrahi tedavisinde en sık kullanılan skolosidal ajanlardan biri olan hipertonik saline bağlı intraoperativ hipernatremi gelişen olgumuzu sunmayı amaçlandık. Olgu: 22 yaşında, 62 kg, fizik durumu ASA I olan karaciğerde çok sayıda, dalakta ve sağ böbrekte birer adet kist hidatik lezyonu bulunan kadın hastaya rutin monitorizasyonu takiben T10-T11 seviyesinde epidural katater yerleştirildi. Anestezi indüksiyonu ve kas gevşemesi sonrası hasta entübe edildi.Cerrahi ekibin bol miktarda %20 hipertonik salin kullanacaklarını belirtmesi üzerine, intaoperatif sıvı replasmanı için %5 dekstroz başlandı. Splenektomi sonrası sağ böbrekteki ve karaciğerdeki 20 adet kist hidatik lezyonları içlerine %20 salin enjeksiyonu yapılarak boşaltıldı. Böbrekteki kist boşaltıldıktan sonra Na değeri 142 mEq/L ve kan şekeri 274 mg/dL olarak ölçüldü.Kristalize insülin infüzyonu başlandı. Karaciğerdeki kistler boşaltılmaya başlanmasının 60. dakikasında Na 154, 120. dakikasında 163 mEq/La yükselince nazogastrik sondadan 50 ml/saat musluk suyu verilmeye başlandı. 4 saatlik operasyon boyunca 2000 ml %20 salin kullanıldı. Entübe olarak yoğun bakıma alınan hastaya propofol sedasyonu başlandı. Postoperatif 1.saate Na 168 mEq/L olması üzerine hastanın uyutulmasına karar verildi. Hipernatremi sonucu 6200 ml olarak hesaplan sıvı açığının 100 ml/saat %5 dekstroz ve 50 ml/sa nazogastrikten musluk suyu ile 48 saat içinde replase edilmesi planlandı. Na değeri postopertaif 6. saate 163, 12. saatte 158 mEq/Ldı. 18. saatte 149 mEq/L olması üzerine nazogastrikten verilen musluk suyu kesildi. Postoperatif 24. saate Na 147 mEq/L olması nedeniyle sedasyonu kesilen hasta 26. saatte GKSu 15 olarak ekstübe edildi. Hasta postoperatif 3. günde yoğun bakımdan servise çıkarıldı ve 7. gün taburcu edildi. Sonuç: Kist hidatik cerrahisinda fazla miktarda hipertonik sıvı kullanılması planlanıyorsa, intraoperatif Na takibi yapılmalıdır. Gelişen hipernetreminin tedavisine intraoperatif başlanılmalı ve gerekirse yoğun bakımda takip edilmelidir.
Ege Denizindeki adalar yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Buhâkimiyet kurulduğu dönemin uluslararası hukuk kurallarına tamamen uygundur.Bugün Yunanistana ait olan adalar, Türk hâkimiyetinden uluslararası hukukauygun olarak egemenlik devri ya pılmış olan adalardır. Bu adalar iki gruptatoplanabilir. Birinci grupta, Yunanistanın bağımsızlığını elde ettiği 24 Nisan 1830ile Lozan Barış Antlaşmasının imzalandığı 24 Temmuz 1923 arasındaki dönemdeYunanistana bırakılan adalar bulunmaktadır. İkinci grupta ise, Lozan BarışAntlaşması ve 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması ile gayri askerî statüdeolmaları kaydıyla Yunanistana bırakılan adalar bulunmaktadır. Bunların dışındakiada, adacık ve kayalıklar için egemenlik devri yapılmamıştır. Yunanistan,uluslararası alanda meydana gelen değişmelerin, antlaşmalarla kurulmuş olanstatüyü ortadan kaldırdığını ve Lozan Barış Antlaşmasında Türkiyeye bırakıldığıbelirtilmeyen kara parçalarının tamamının kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir.Buna karşılık Türkiye, antlaşmaların hükümlerinin geçerli olduğunu ve Lozan BarışAntlaşmasında haklarından feragat etmediği ada, adacık ve kayalıklarda egemenlikhaklarının devam ettiğini savunmaktadır.
AMAÇ Mezenter ven trombozu, akut mezenter iskemi olgularınınyaklaşık %5-15’inden sorumlu olan ve nadir görülen bir durumdur. Bu çalışmanın amacı, 34 hastalık tecrübemizi paylaşmak ve mezenter ven trombozuna yaklaşımı tartışmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM Ocak 2007 ve Ocak 2010 tarihleri arasında acil cerrahi servisimize mezenter iskemi tanısı ile başvuran 34 hasta geriyedönük olarak incelendi. Peritonit bulgusu mevcut olan hastalara, başvurularında tanısal laparokopi uygulandı. Ameliyatın bitirilmesine yakın, karın sol alt kadrana 10 mm laparoskopi trokarı yerleştirildi. Anastomoz yapılan olgulardaameliyat sonrası ilk 72 saatlik dönemde laparoskopik ikincil bakı yapıldı. Tüm hastalar günde iki kez subkutan 100 mg/ kg enoksaparin uygulandı. Ven rekanalizasyonu değerlendirilmesi amacıyla tüm hastalara, 6. ve 12. aylarda bilgisayarlıtomografi (BT) anjiyografi görüntüleme yapıldı. BULGULAR Bilgisayarlı tomografi anjiyografi ile 25 (%73) hastada superiyor mezenterik ven trombozu, 24 (%70) hastada portal ven trombozu ve 12 (%35) hastada splenik ven trombozu saptandı. Peritonit bulgusu olan 11 hastaya tanısal laparoskopi yapıldı. Bu hastaların 8 tanesine ince bağırsak rezeksiyonu ve anastomozu yapılarak ikincil bakı için trokar yerleştirildi. İkincil bakı yapılan hastalardan 2 tanesinde ince bağırsak iskemisi saptanarak re-rezeksiyon gerçekleştirildi. SONUÇ Mezenterik ven trombozunun tedavisinde BT anjiyografi ile erken tanı, cerrahi ya da cerrahi dışı yöntemlerle kan akımının sağlanması, uygun antikoagülan kullanımı ve yoğun bakım destek tedavileri, hastalığın başarılı bir şekilde yönetilmesinde hayati rol oynamaktadırlar.
Amaç: Bu çalışmada akut karın ağrısı nedeniyle cerrahioperasyon yapılmış ve ince barsak obstrüksiyonu (İBO)tanısı konmuş hastaların çok kesitli bilgisayarlı tomografi(ÇKBT) bulguları retrospektif olarak incelenerek bu gruphastalarda ÇKBT’nin tanıya katkısı değerlendirilmiştir.Gereç ve yöntem: Çalışmamıza Ocak 2012 ile Ekim 2012 tarihleri arasında hastanemize akut karın ağrısı şi- kayeti ile başvurmuş olup intestinal obstrüksiyon ön ta- nısıyla ÇKBT çekilmiş ve cerrahi tedavi uygulanmış 48 hasta dahil edildi. Hastalara ait ÇKBT görüntüleri, tüm kli- nik bilgileri ve cerrahi notları retrospektif olarak incelendi. Hastaların kesin tanıları cerrahi ve histopatolojik sonuçla- ra göre kondu. Penetran yada künt yaralanmalara bağlı opere edilen hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bulgular: Toplam 48 hastadan, erkek hasta sayısı 26 (%54,1), kadın hasta sayısı 22 (%45,9) idi. Yaşları 25 ile 71 arasında değişen hastaların yaş ortalaması 52±5.4 yıl idi. Hastaların İBO nedenleri; 12 (%46,1) hastada adez- yonlar, 7 (%26,9) hastada tümörler, 5 (%19,2) hasta- da eksternal herniler, 1 (%3,9) hastada internal herni, 1 (%3,9) hastada invajinasyon olarak belirlendi. Kesin tanı- sı İBO olarak belirlenen 26 hastanın 23’üne radyolojik ola- rak İBO tanısı konmuş olup ÇKBT’nin sensitivitesi %88,5, spesifitesi %90 olarak saptandı. Sonuç: ÇKBT, multiplanar ve üç boyutlu reformat gö- rüntülerin de katkısı ile, akut karın ağrısına neden olan İBO’ların preoperatif tespitinde hızlı, etkin ve güvenilir bir görüntüleme yöntemidir.
Amaç: Talasemi hastalarında ince ve kırılgan kemikler çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişir. En iyi tedavi koşullarında bile talasemi majör (TM) hastalarının büyük kısmında morbiditeye eşlik eden ciddi osteoporoz geliştiği bildirilmiştir. Bu çalışmada hastanemizde takip edilen TM’li çocuk hastaların kemik sağlığının biyokimyasal parametreler ve kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile değerlendirilmesi, gelişebilecek osteoporoz yönünden erken tanı ve önleyici tedbirlerin alınmasının vurgulanması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya TM’li 18 yaş altı 13 çocuk (5 kız, 8 erkek) dahil edildi. Hastaların yaş, hastalık süresi, transfüzyon sıklığı, kullandığı şelatör ve ilaçlar sorgulanarak kaydedildi. Boy ve kiloları ölçüldü. Transfüzyon öncesi alınan kanlarından hemoglobin, açlık kan şekeri, ferritin, alanin aminotransferaz, aspartat aminotransferaz, kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz, tiroid stimülan hormon, serbest tiroksin, intakt paratiroid hormon değerlerine bakıldı. KMY dual enerji X-ray absorbsiyometri yöntemi (DXA) kullanılarak lomber vertebra ve femurdan ölçüldü. DXA Z-skoru <-2 olanlar osteoporoz olarak kabul edildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 7,85±3,17 yıl, VKİ 14,68±1,93 kg/m2 bulundu. Lomber KMY 0,464±0,108 g/cm2, total femur KMY 0,581±0,114 g/cm2, lomber DXA Z-skorları -2,44±1,60, total femur DXA Z-skorları -0,93±1,19 olarak hesaplandı. Osteoporoz oranı lomber vertebralarda %69, femur da %10 olarak saptandı. Lomber ve femoral KMY ile VKİ arasında anlamlı pozitif, femoral KMY ile iPTH arasında anlamlı negatif ilişki bulundu. Sonuç: Talasemi majörlü çocuk hastalarda düzenli transfüzyon ve şelasyon tedavisine rağmen osteoporoz oranı beklenenden yüksektir ve KMY’deki azalma çok erken yaşlarda başlayabilmektedir.
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler (GİST), gastrointestinal sistemde nadir görülen mezenkimal/stromal hücrelerden köken alan tümörlerdir. Bu çalışmada, GİST tanısı alan olgularımızın klinik, patolojik ve yerleşim özelliklerinin tartışılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Toplam 18 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 10u erkek (%56) ve yaş ortalaması 54,2 (30-75) idi. Bulgular: Tümörlerin yerleşim yeri sıklık sırasıyla mide, periton, kolon, ince bağırsak, omentum ve özofagus idi. Hastaların en sık başvuru semptomu karın ağrısı idi. Olgularımızın %22,2sinde tanı anında uzak metastaz tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda GİST tanısı alan olgularımızın sıklıkla karın ağrısı yakınması ile başvurduğu ve tümörün en sık midede yerleştiği dikkati çekmiştir.
Amaç Spontan pnömotoraks (SP) klinik pratikte nispeten sıktır ve daha çok ince, uzun boylu erkeklerde ve sigara içenlerde görülür. Ancak eşzamanlı bilateral pnömotoraks (EBSP) önemli solunum sıntısı ile ortaya çıkan nadir bir klinik durumdur. Sıklıkla tehlikeli bir durum olduğundan acil olarak göğüs tüpü uygulanmalıdır. Bu çalışmada eş zamanlı bilateral spontan pnömotorakslı hastalar iki gruba ayrılarak yaş, cinsiyet, tanı yöntemleri, uygulanan tedavi yöntemleri ve sonuçları açısından geriye dönük olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntemler Ocak 2006 ile Mayıs 2009 tarihleri arasında EBSP nedeniyle tedavi edilen 11 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, altta yatan pulmoner hastalık, sigara öyküsü, semptomlar, teşhisi, tedavi biçimi, cerrahi endikasyonlar, nüks, morbidite ve mortalite oranları ile göğüs tüpü kalış süresi ve postoperatif hastane yatış süreleri gözden geçirildi. Primer ve sekonder spontan pnömotrakslı olgularda arteriyal kan gazı değerleri (girişim öncesi ve sonrası) incelendi. Bulgular Olguların 7’si (%63.63) erkek, 4’ü (%36.37) bayan, ortalama yaşları 34,5±6.81 idi. Hastaların 4’ü (%36.37) primer SP’li, 7’si (%63.63) sekonder SP’li idi. Sekonder SP’li hastalarda kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) en sık sebepti. İki (%18.18) olgu rekürrens pnömotoraks idi. Sekiz (%72.72) olguda sigara öyküsü pozitifti. Her iki grupta da en sık saptanan belirti nefes darlığı idi. Acilen eşzamanlı olarak sağ ve sol toraksa ayrı ayrı tüp torakostomi uygulandı. Olguların tedavisinde tüp torakostomi, video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS), aksiller torakotomi ve kimyasal plöredez uygulandı. Üç (%27.27) olguda postoperatif morbidite tespit edildi (1 olguda uzamış hava kaçağı, 1 olguda ampiyem ve 1 olguda pnömoni). Mortalite görülmedi. Bu seride üç (%27.27) olguda nüks gelişti. Sonuç Eşzamanlı bilateral SP’li hastalar acil ve etkili tedavi gerektirir. Tüp torakostomi EBSP’li hastalarda uygun ve etkili bir tedavi yöntemi olabilir. Bununla beraber tüp torakostominin başarısız olduğu ve/veya SP’nin nüks ettiği hastalarda cerrahi yöntemler güvenle ve düşük nüks oranları ile uygulanabilir.
Bu çalışmada, biyopsi ve prostatektomi örneklerinde gleason skoru (GS) uyumunu incelemeyi ve lokalize prostat kanseri (PK) tanısı konulmuş aktif izlem adayı olan hastalarda biyopsi sonucuna göre verilen bu tedavi kararının doğrululuğunu değerlendirmeyi amaçladık. Biyopsi sonrası PK nedeniyle radikal prostatektomi geçirmiş 118 hastanın biyopsi ve prostatektomi örneklerinin GS değerlendirildi. D’Amico ve arkadaşlarının sınıflamasına dayanarak, hastalar, rektal muayene, serum PSA düzeyine ve biyopsi GS’na göre, düşük, orta ve yüksek riskli prostat kanseri olarak gruplandırıldı (birinci değerlendirme). Aynı gruplandırma prostatektomi GS’nu kullanarak bir kez daha yapıldı (ikinci değerlendirme). Elli iki hastada (%44.06) biyopsi ve prostatektomi örneklerinde GS uyumlu iken, 66 hastada (%55.93) GS’nun uyumsuz olduğu gözlendi. Biyopside, hastaların 48’inde daha düşük, 18’inde daha yüksek derecelendirme saptandı. Birinci değerlendirmede, düşük riskli prostat kanseri olan 63 hastanın 16’sının (%25.39), ikinci değerlendirmede orta riskli prostat kanserine sahip olduğu saptandı. Çalışmamızda, biyopsi ile prostatektomi örnekleri arasında %56 oranında uyumsuzluk saptanırken, biyopside düşük derecelendirmenin daha fazla olduğu gözlendi. Sonuç olarak, düşük riskli hastaların %25’inin orta riskli olabileceği varsayımıyla, aktif izleme alınacak hastaların yetersiz tedavi riski ile karşı karşıya olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Kor triatriatum sinister nadir bir doğuştan kardiyak anomalidir. Fibromusküler bir membran tarafından sol atriyum iki bölüme ayrılmıştır. Hastalığın tanısı çoğunlukla çocukluk döneminde konmasına rağmen, erişkin döneme kadar ulaşan hastaların sayısı az değildir. On dokuz yaşında kadın hasta son bir yıldır artan nefes darlığı yakınmasıyla başvurdu. Fonksiyonel kapasitesi NYHA sınıf 2 olarak değerlendirildi. Öyküsünde daha önce benzer bir yakınması yoktu. Kalp seslerini dinlemekle apikal 2/6 dereceli diyastolik üfürüm duyuldu. Elektrokardiyografi ve teleradyografi bulguları normaldi. Transtorasik ekokardiyografide sol atriyumu ikiye bölen ince bir membran görüldü; ancak membrandan geçiş bölgesi görüntülenemedi. Transözofajiyal ekokardiyografide membrandan geçiş de gözlendi, ancak membran açıklığının derecesi görüntülenemedi. Kor triatriatum sinister tanısı konan hastaya uygulanan kardiyak kateterizasyonda pulmoner kapiller wedge basıncı-sol ventrikül diyastol sonu basınç gradiyenti 10 mmHg bulundu. Bu bulgularla hasta için ameliyat kararı verildi.
Uzay çalışmaları, her geçen gün artan ihtiyaçlar doğrultusunda disiplinler arası bir boyut kazanmakta ve tüm ülkeler için stratejik niteliği daha fazla ön plana çıkmaktadır. Öte yandan, uzay araştırmaları ülkelerin silahlı kuvvetlerinin etki alanının sınırlarını dahi aşarak tüm insanlığın hizmetine sunulmuştur. Bu kapsamda uzay çalışmaları başlangıçta savunma ve havacılık alanlarında araştırmacıların ilgisini çekerken, gelinen noktada dünya üzerinde tehdit kavramının değişimi ile ortak bir savunma ve güvenlik platformundaki araştırmalarla çeşitlilik kazanmıştır. Klasik güvenlik anlayışının yerini alan yeni güvenlik anlayışının tehditlerine karşı, mücadeleye yönelik olarak ülkeler, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde uzay-tabanlı sistemleri kullanma yolunu seçmektedirler. Uzay sistemlerinin etkin kullanılması sonucu, insan ve doğal kaynaklı tehditlere karşı önemli başarılar kazanılmaktadır. Ancak, ileri teknoloji ve yüksek maliyetler gerektiren uzay çalışmalarında, işgücü, kaynak ve zaman israfına tahammül bulunmamaktadır. Bu makale kapsamında; klasik ve yeni güvenlik ortamı, genel tehditler çerçevesinde ve ülkeler bazında karşılaştırmalı olarak ele alınmış, uzayın uygulama alanları, uzayın güvenlik sistemlerine etkisi ve ülkelerin izledikleri politikalar ile uzay-tabanlı güvenlik proje ve programları incelenmiş, ayrıca Türkiye’deki uzay çalışmaları özetlenmiş ve Türkiye için çıkarımlar değerlendirilmiştir.
Amaç: Nikotin gelişmekte olan ülkelerde sigara içimiyle yaygın bir şekilde aktif ya da pasif olarak maruz kalınan multisistemik etkisi olan bir nöroteratojen ve nörotoksik bir ajandır. Daha önceleri nikotinin sinir dokusu ve çeşitli dokulara etkileri araştırılmıştır. Çalışmamızda nikotin maruziyetinin sıçan beyni frontal korteksi ince yapısı üzerine etkisinin araştırılması amaçlandı. Materyal ve Metod:On erişkin Wistar Albino sıçana 10 gün boyunca günde 0.4mg/kg nikotin damar içi enjekte edildi. Benzer yaş ve kiloda on kontrol sıçana aynı sürede serum fizyolojik verildi. Elde edilen dokular transmisyon elektron mikroskobu için hazırlanarak incelendi. Bulgular: Nikotin verilen sıçanlarda kan damarlarının bazal membranlarında yer yer kalınlaşma ve incelme, endotel hücrelerinde dejenerasyonlar, nikotine maruz kalan sinir hücrelerinde lipit damlacıklarının arttığı ve bol miktarda nörofilaman ve nekroz odakları görüldü. Sonuç: İncelememizde beynin frontal bölgesinin damar endotelinde ve sinir hücrelerinde nikotinin zararlı etkilerini gösteren değişiklikler söz konusuydu.
Objektif: Abdominal kaviteye deplase olmuş rahimiçi araçların (RİA) teşhis, takip ve tedavi yöntemlerini değerlendirmek. Planlama: Retrospektif çalışma. Ortam: Bu retrospektif çalışma 1980-2004 yılları arasında Süleyman Demirel Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ile Isparta Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde yapıldı. Hastalar: İntraabdominal RİA’lı 11 hasta. Değerlendirme Parametreleri: İntraabdominal RİA’lı 11 hastanın demografik özellikleri, klinik bulguları, RİA kullanım süreleri ve klinik yaklaşım tiplerini araştırmak. SONUÇ: Ortalama yaş 36.8±1.8 yıl, ortalama RİA kullanım süresi 61.82 ±75.93 ay idi. Tanı yöntemi 5 olguda ultrason, 5 olguda X-ray, ve 1 olguda sistoskopi idi. RİA yerleşim yeri 4 (%36) olguda rektosigmoid, 2 (%18) olguda ligamentum latum, 3 (%27) olguda ince barsaklar, 1 (%9) olguda vezikouterin boşluk, 1 (%9) olguda mesane idi. RİA tipi 7 (%63) olguda Cupper-T 380 A, 2 (%18) olguda Lippes-loop, 2 (%18) olguda Multiload 375 idi. Olguların % 45’i asemptomatik idi. RİA çıkarılması 8 (%72) olguda laparoskopi, 2 (%18) olguda laparotomi, 1 (%9) olguda laparotomi+sistostomi ile gerçekleştirildi. YORUM: Her nekadar tüm intraabdominal RİA’ları çıkarmış olsak da asemptomatik deplase RİA’ları çıkarmak yoruma açıktır. Cerrahi yaklaşım adhezyon oluşumunu önlemeden ziyade arttırabilmektedir.
Bu çalışmada, Kayseri Beştepeler hayvanat bahçesinde Ekim 2004-Mart 2005 tarihleri arasında ölen yabani kanatlılar patolojik, bakteriyolojik ve mikolojik yönden incelendi. Bu süre içinde 4 güvercin (Columba domestica), 3 kızıl şahin (Buteo rufinus), 2 mandarin ördeği (Aix galericulato), 2 hindi (Meleagris gallopavo) ve 1 sülün (Phasianus colchicus) ölü olarak Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesine getirildi. Nekropside karaciğer, akciğer, dalak ve ince bağırsaklarda tüberküloz lezyonları gözlendi. Lezyonların histopatolojik incelemesinde çok çekirdekli dev hücrelerinde asido-rezistans basillerin bulunduğu granulomlara rastlandı. Kültürel yoklama ve BACTEC hızlı radiometrik teknikle ölen tüm hayvanlardan Mycobacterium avium subsp. avium izole ve identifiye edildi. Sonuç olarak, Kayseri hayvanat bahçesinde yabani kanatlılar arasında tüberkülozun insidensinin yüksek olduğunu saptandı.
Bilgisayar ağlarının, özellikle INTERNET'in, yaygın olarak kullanımı sonucu, ağ ve bilgi güvenliği konuları hayati önem kazanmıştır. Bu yazıda önce bilgi güvenliğinin önemine ve belirgin saldırı türlerine değinilmektedir. Bilgi güvenliğinin öğelerinden olan mesaj bütünlüğü ve mesaj doğrulaması için yaygın kullanılan MAC (message authentication code) yanında, özcük fonksiyonlarının (hash functions) da kullanılabileceğine işaret edilmektedir, Güvenli Özcük Algoritması (Secure Hash Algorithm - SHA-1) ele alınarak mesaj bütünlüğü ve mesaj doğrulaması amacıyla anahtarlı özcük değeri yöntemi ortaya konmaktadır. SHA-1 özcük algoritmasına dayanan anahtarlı özcük algoritması anlatılmakta ve uygulamalarla gösterilmektedir.
Gelişen yazılım sektöründe, yazılım geliştirme süreçleri içersinde kaliteye ne denli önem verildiği ve mevcut kalite kriterlerinin nasıl değerlendirildiği deneysel olarak anlatılmaya çalışılmış ve Yazılım Mühendisliği Kalite Kriterlerine UML (Unified Modelling Language) Katkısı deneysel olarak görülmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak üretilen yazılımında bir tüketim maddesi olduğu fikrine dayanarak üretici ve tüketici arasındaki gereksinim ilişkileri ve bu ilişkilerin oluşmasında iletişimin sağlanmasının kaliteye etkisi, çalışma ortamlarının ve proje bağlı olarak çalışan kişi sayısının kaliteye etkisi deneysel olarak görülmeye çalışılmıştır.
İnceleme alanı, Orta Anadolu Masifi içerisinde Yeşilhisar (Kayseri) ve çevresinde yer almaktadır. İnceleme alanında en yaşlı birimleri ofıyolitik kayaçlar oluşturmaktadır. Bunlar gabro ve dunitler şeklindedir. Gabrolar koyu yeşil, siyahımsı yeşil renkli, sert ve ince-orta taneli olup hipidiyomorf tanesel dokuludur. Ana bileşenlerini; hornblend, klinopiroksen, plajiyoklas, kuvars ve opak mineraller oluştururken tali olarakta yer yer sfen ve spinel içermektedirler. Dunit; sarımsı, yeşilimsi sarı renkli, kırılgan ve ağsal dokuludur. Dunitlerin ana bileşenlerini olivin, piroksen ve kromit oluşturmaktadır. Gabroyik kayaçlar toleyitik karakterli olup metaaluminalı kayaç sınıfındadırlar. Ana ve iz element değişimleri hornblend ve Fe-Ti oksit minerallerinin fraksiyonlaşmasını işaret etmektedir. Kondridite oranlanmış hafif nadir toprak elementlerin ağır nadir toprak elementlerine oranı 4La/Lu_N$ = 0.26 olup bir zenginleşme göstermemektedir. İz element ve nadir toprak element (REE) içerikleri gabroyik kayaçların MORB benzeri bir kaynaktan türediğini işaret etmektedir.
Amaç: Tıkanma ikterinin yara iyileşmesi üzerine olumsuz etkisinin olduğu klinik ve deneysel çalışmalarla gösterilmiştir. Growth hormon uygulamasının yara iyileşmesi üzerine olumlu etkilerinin olduğu bilinmektedir. Ancak tıkanma ikterinde intestinal yara iyileşmesi üzerine etkisi ile ilgili bir bilgi mevcut değildir. Hem protein sentezin artırıcı etkisi hem de tıkanma ikterinde salınan mediatörler üzerine etkisinden dolayı Groıvth hormon kullanılmasının yara iyileşmesi üzerine olumlu etkisi olabileceği düşünülerek bu çalışma planlanmıştır. Yöntem: 40 erkek Wistar rat dört gruba ayrıldı: Grup I (n=10) normal ince barsağa anastomoz. Grup II (n=10) Normal ince barsağa anastomoz ve daha sonra 7 gün süreyle 2 mg/kg GH. Grup III (n=10) koledok ligasyonu ile tıkanma ikteri oluşturulmuş ratlara anastomoz. Grup IV (n-W) tıkanma sarılığı oluşturulmuş ratlara anastomoz ve 7 gün süreyle 2 mg/kg Growth hormon. Yedi gün takip sonunda hayvanlar sakrifiye edildiler. Yara enfeksiyonu, karın içi ve anastomoz bölgesi yapışıklıkları, anastomoz darlığı ve kaçakları, anastomoz patlama basınçları saptandı. Histopatolojik inceleme ve doku hidroksiprolin düzeyi için anastomoz hattından doku örnekleri alındı. Bulgular: Tıkanma sarılığının intestinal yara iyileşmesini olumsuz etkilediği ve bu etkinin grouıth hormon kullanılması ile önlenebildiği hem klinik hemde mekanik parametrelerle gösterildi. Sonuç: Growth hormon tüm vücutta anabolik etkiye sahiptir. Yara iyileşmesinin temel unsurlarından biri olan protein sentezini artırır. Ayrıca hepatositleri koruyucu etkisi yanısıra intestinal epitelizasyonu artırıcı etkisinin de yara iyileşmesinde rolü olduğu düşünülmektedir.
Bu çalışmada, farklı gelişme dönemlerindeki Gökkuşağı alabalığı bağırsaklarının histolojik yapısı ve intestinal mukusun genel histokimyasal özelliklerinin ışık mikroskobik düzeyde belirlenmesi amaçlandı. Araştırmada, toplam 35 adet Gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss Walbaum, 1792) kullanıldı. Goblet hücre yoğunlukları dikkate alınarak 32 ve 59 günlük balıklarda bağırsaklar anterior ve posterior olmak üzere iki bölüm halinde değerlendirildi. 94, 120, 180 ve 300 günlük balıklarda ise ince ve kalın bağırsakların kesin olarak ayrımı yapılabildi. Bağırsak yüzey epiteli hücrelerinin AB(pH 2.5) (+) ve zayıf AF(+) karakterde olduğu, goblet hücrelerinin de PAS, AB (pH 2.5) ve AF uygulamalarına (+) reaksiyon verdiği saptandı. Tüm dönemlerde nötral ve asidik mukus maddesi kaynağım önemli oranda bağırsaklara ait goblet hücrelerinin oluşturduğu saptandı.
Bölgemizde bulunan Delihalil formasyonu bazaltik tüfleri ve masif bazalt kayaçları farklı kullanımları nedeniyle başta jeolog ve tarımcılar olmak üzere birçok bilim dalının dikkatini çekmektedir. Söz konusu materyallerin farklı iki formundan hazırlanan incekesitlerde polarize mikroskoba bağlı görüntü analizörü kullanarak, gözenek ve minerallerin nicel olarak analizleri belirlenmiştir. Ayrıca X-Işınları kırınımları ile kil ve kum boyutlu parçacık analizleri yapılarak mikroskop çalışmaları desteklenmiştir. Elde edilen mikromorfometrik analiz sonuçları aynı kayaç örneklerinin x-Işınları kırınımları sonuçlarıyla karşılaştırılmıştır. Çalışılan her iki yöntemde mineral yüzdelerinde benzer artış ve azalış desenleri gözlenmiştir. Ancak, görüntü işleme metodlarıyla mineral ve gözeneklerin alan, sayı, çevre ve yönelimlerinin farklı büyütmelerde duyarlı olarak ölçülmesi, kayaçların anadoku gibi fiziksel özellikleri hakkında da bilgiler vermektedir.